Cetvelin önemli bir yeri vardır eğitim sistemimizde.
Ölçme, biçme dışında tabii ki.
En azından bizim zamanımızda öyleydi.
Tenefüslerde eli cetvelli nöbetçi öğretmenler dolanırdı.
Koşanlara bağırır... “Koşmaaa! Koşmaaa!” şeklinde uyarırlardı...yanlarından koşarak geçerseniz cetvel kıçınızda patlayabilirdi ya da kolunuzu sıyırıp geçerdi.
Nöbetçi öğrenciler vardı...Kollarında kırmızı nöbetçi öğrenci bandı taşırlardı ve onların da ellerinde cetvel olurdu...Pek de bir havalılardı...ellerindeki de sanki cetvel değil süper ultra bir silahtı.
Neyse işte...benim asıl unutamadığım durum ise öğretmenlerimizin çok konuşan ya da soruların doğru yanıtlarını bilemeyen arkadaşlarımıza olan yaklaşımıydı(!).
Tabii ki yine ellerinde cetveller vardı ama tahta olanından...başlarlardı dövmeye.
Artık bir nokta gelirdi ki öğretmen hızını alamaz ve cetveli “ÇOTURRTT!!” diye arkadaşımızın kafasında kırardı.
Hakikaten kırılırdı.
Sonra sınıfa dönüp “cetveli olan var mı arkadaşlar?” diye sorunca...sınıfta herkes birbiriyle yarışırdı, cetvelini öğretmene verebilmek için.
Bazılarımız demir alüminyum karışımı bir cetvel çıkarıp verirdi.
Yani o noktada “YUH!”diyesi gelmeliydi insanın...ama bir şey denmezdi tabiiki.
Sonra öğretmen kaldığı yerden devam ederdi bazen de bırakırdı, o kadar dövmek yeterdi herhalde.
Şimdi düşünüyorum da...daha biz ilkokul 3-4 filandık.
Kafalarımızda cetveller kırılarak öğreniyorduk okumayı da yazmayı da. Okulu da pek bir seviyorduk tabii ki.
Şahsen benim kafamda cetvel kırılmadı ama kulağım çekildi.
Kulak çekilmesi de ayrı bir belaydı.
Öğretmen çektikçe parmak uçlarımızda yükselir...suratımıza da en ekşi limonu yemenin büzüşüklüğünü kondururduk.
Sonra öğretmen şöyle bir savururdu bizi...hani “yürü git sırana hadee”! diye.
Biz de kulağımız kopmasın diye hocanın kafamızı fırlattığı tarafa doğru atardık kendimizi.
Cetvel kırılırken “Örtmenim...örtmenim benim cetveli alın” diyerek yaptığımız düşüncesizliğin altında öğretmene yaranmak da var mıydı acaba?
Hani kalemi olan var mı derken ki hızımızla, cetvellerimizi çıkarıyorduk ya. O bakımdan yani
Sonra bilemediğimiz sorular için dayak yediğimizden olacak...büyüyünce her şeyi bilir olacaktık. Hem de hiç bilmediğimiz şeyleri bile bilmeye başlayacaktık.
Bilmemek ayıptı...bilir gibi yapmak lazımdı.
Hem de hayat boyunca...aşklarımızda da...günlük işlerimizde de...bilmemek ayıptı.
-------
(Bu yazım ilk olarak MB'de yayımlanmıştır, buraya alırken bir kaç ekleme yaptım sadece)
8 Yorum:
Bu tip bir sisteme "eğitim sistemi" denmesi sana da garip gelmiyor mu? :)
Kolluk kuvvetleri eşliğinde okumuşuz işte...Sonra şiddet aileden başlar diyorlar...Aileden kaçanı okulda okuldan kaçanı sokakta offf! canım sıkıldı...Anlayışlı dinleyen öğretmenler olmadı mı hiç bizim hayatımızda ???Neden ozaman bilmemek değil öğrenmemek ayıp dediler...Kafada kırlan cetveller ayıp değil miydi ???
ben atalarımızın gözde dövüş dalı olan "şamar"ı hocalarımdan öğrenmişimdir... babam sadece bi kere vurmuştur ama öğretmenlerimden sebepsiz yere, kitap unuttum diye, konuştum diye çok cetfel, ders çantası, bond çanta yemişimdir. tokat ve kulak çekme anıları can acıttığından, bir kenarda bırakıyorum onları =)
Ortaokuldaki ticaret dersi hocası Nedim Çelik hocamız tekme tokat dalardı hatta yemezdi bizi tutup tahtaya çarpardı. Ondan dayak yemedim çok şükür. Fen bilgisi hocası Tarık Doğan, boyu 1.90 idi; sözlüyü geçemeyenler ayakta kalırdı, sonra sırayla hepsini kafasına yumruk indirirdi, 1 kere yedim dünyam karardı. =) Din kültürü hocası Hüseyin Bey kız erkek ayırt etmeden kulak kütürdetirdi. Sıra dayağı böyleydi. Alayına şerefsiz demek istiyorum.
>aydan atlayan kedi
sirklerde aslan terbiyecileri olur hani...acaba biz de insan terbiyecilerinin elind mi kalmistik?
>agnus dei
Sonra buyuyunce sorup durduk neden agrsesis insanlariz diye...neden kabalasiyoruz hemen diye...neden acaba?
>serzenis meraklisi
hatalarimiz ya da yanlislarimizin hep siddetle cezalandirilmasi ne tuhaf di mi? Tatli dillik cok uzaklarda kalmis hep.
>buzcevheri
surekli siddetin oldugu yerde egitimin olmasi ve okumanin bu sekilde sevdirilecek olmasi cok ilginc...Neden kitap okumuyoruz...okuma aliskanligimiz neden yok? O kitaplar kafamizda patlamissa zamaninda okuma aliskanligi nasil olsun ama di mi?
"Eti senin kemiği benim"sloganıyla öğretmenlere teslim edilirdik.Dayak da o kadar ekstrem bir şey değildi bizim için. Dayak yiyen bütün sınıfça merhamet ve şefkate mazhar olabiliyordu.Kulak çekikmesi insanı güzel ısıtıyordu soğuk günlerde.Yakın geçmişte okuduğum bir araştırma yazısı kulak çekilmesinin
zekayı geliştirdiğini yazıyordu.Bizde yeni neslin kulağını çeksek mi acaba.Bazen hakediyorlar ya.Sevgiler.
Sevgili Sufi,...ben yine de karsiyim dayaga ve kaba kuvvete.
Ozellikle okulda kucucuk insanlara sevgiyle ogretmek varken...diger yollar sadece isleri zorlastiriyor diye dusunuyorum.
okullarda şimdiki yaşanan sorunları gördükçe alper, inana bizim zamanımızın sorunu olan şiddet hafif kalıyor.. en azından burda öyle bilesin :)
Yorum Gönder