19 Tem 2010

Eskiden ÖSS, ÖYS derlerdi


Şimdilerde ne diyorlar? LYS mi diyorlar?
Öğrenciler sınava girmeden çok önce strese giriyorlar, çıkıyorlar.
Tuhaf bir yarışmalı hayata başlıyorlar daha ana okulundan.

Biz sınava girerken büyüklerimiz “bizim zamanımızda daha rahattı” derlerdi.
Evet ya 780bin kişiyle yarışıyorduk biz.
Şimdi ise kaç milyona vardı bıraktım takip etmeyi.
Çok moral bozucu.
İşin kötü tarafı bir sürü üniversite açıldı ama çoğu lise gibi. Bu tıpkı bir zamanlar anadolu lisesinde okumanın çok prestijli olması ve sonra her ilde 350adet açılması ile süper sıradan okullara dönüşmesi gibi bir şey.
Öğrencilerin gözüyle bakınca durum ürkütücü hakikaten. Her zaman ürkütücü aslında.
Son derece yarışmalı bir hayat başlıyor. Anne ve baba hırsı da üzerine eklenince, okul artık cefa merkezine dönüşmekte. Bir de üzerine işini sevmeden yapan öğretmenleri de ekleyince iş iyice berbatlaşıyor. Bana kalırsa işini severek yapan çok az öğretmen var. Bunca yıllık eğitim hayatımın ardından aklımda kalan ve hakikaten iyi öğretmenlerdi diye sayabildiğim insanların sayısı 10u geçmez. Belki bana öyle denk geldi, belki sizinkiler çok daha iyiydi.
En başta okullarımızın renksizliği duvarlarından başlıyordu.
Hatta o formalarımızın renklerin de başlıyordu.
Okullar gri, formalarımız siyahtı.

“BEEEEEEzirrrgaaaan Baaşııı” diye diye döne döne o siyah formalarımızla ama tüm saflığımızla zıplaya zıplaya koşardık.

Zil çalınca koşa koşa yalak şeklinde yapılmış bahçedeki o yerlerden su içerdik, kana kana.
İttire kaktıra oyunlarımızı da oynardık.
Öğretmenlerimiz sevgiyle kafamızda cetvelleri kırarken biz sevecenlikle toplama ve çıkarma öğrenirdik.
Daha hemen ilkokulun bitmesiyle birlikte özel okullar, anadolu liseleri sınavlarına girecektik.

Kazanır ve oralarda okursak hayatımızın kurtulacağına inanıyorduk.
Tıpkı üniversite sınavını kazanmamız gibi, yine hayatımız kurtulacaktı.
Hayatımızı kurtarmak için hep sınavlardan sınavlara koşuyorduk.
Artık öyle “BEEEEEzirgann Baaşıı” da diyemiyorduk.
Kocaman insanlar olmuştuk.
Sonra farkettik ki ne okullar ne de sınavlar en önemliydi.

En önemli şey “para” idi. Keşke en önceden bilseydik. Ama paradan da önemli şeyler vardır hayatta diyerek o önemli şeyleri aramaya koyulduğumuzda, bulduğumuz şey ise daha çok paranın daha önemli olduğuydu.
Hayat yarıştı ya…işte o yarış hep devam ediyordu.

İlk zamanlar “okula başla okulu bitir” koşturmacasından etrafı göremiyoruz.
Sonra ise gördüklerimize biz de şaşırıyoruz.

****
Üniversite yıllarında bir takım hocaların “49” ile öğrencilerini bırakmalarına ve halbuki 50 verseler (alsak değil) geçecek olmalarına isyan ediyoruz.
Şimdi düşünüyorum da 49 ile bırakılan öğrenci seneye daha da iyi öğrenmiş olarak o dersi geçmiyor. Hatta büyük bir nefret ile çalıştığından benzer bir notla geçiyor.
Hocanın ise umurunda değil. “Not önemli değil çocuklar” diyen adamların,sınav kağıtlarını okurken, notlarken büyük bir çocuksulukla sanki ligde takım yarıştırır gibi notlamaları ve öğrenciyi de “o hiç önemli olmayan notlarla” sınıfta bırakmaları belki birazcık samimiyetsizliktir sanki?
Bu arada işini sürekli berbat yapan ve kalitesiz öğrenciler de geçsin herkes geçsin çoşsun demek istemiyorum. Hocaların bu acımasızlığı ve iki yüzlülüğüne dikkat çekmek istiyorum.
Öğrencinin işini elbette iyi yapması gerekiyor.
Tıpkı hocasının da öyle iyi yapmasının gerektiği gibi.
Benim verdiğim örnekler biraz uçlarda olan ve dengesiz hocalar.
Bu adamlar bir çok öğrencinin çok verimli geçecek yıllarını karartabiliyor. Her okulda bunlardan var.
Kimileri mutsuzluklarını yansıtıyor işlerine, kimileri hayattan intikam alıyor. Sanki bu sürekli didişen ve mutsuzluk veren hocalar sorunlu kişiler diyesim geliyor…acaba öyle mi?
"Hocanın görevi mutluluk vermek değildir" diyebilirsiniz ama aynı şekilde görevi mutsuzluk vermek de değildir ki. Görevi ikisi de değilse  o zaman en azından sevdirerek öğretse.

Neyse konuyu çok dağıtmayayım.
Kısa bir toparlama paragrafı yazayım.
Bu sıralar öğrenciler üniversite tercihlerini yapıyorlar. Benim tavsiyem mutlu olacakları bir tercih yapmaları. Ne olursa olsun girelim de bir yere sonrası kolay diye düşünmemeleri. Sonrası daha zor! Mutlu olamayacağınızı bile bile boğula boğula okumak aynı zamanda başarısızlığı da getirecektir. Bu arada mutlaka bir şekilde yukarıda örnek verdiğim hoca tipiyle de en azından bir kere bile olsa karşılaşacaklarından iş iyice cefaya dönecektir.

Hayat biter sınav bitmez, hatta Sırat köprüsünü de hesaba katarsak sınav hep var… yandık (!) )
(hem mecazı hem de gerçek anlamda)

9 Yorum:

Esin Bozdemir on 19 Temmuz 2010 13:08 dedi ki...

İnsan ömrü topyekun sınavlarla geçerken birde bakıyorsun koca bir hayatı devirmişsin! Tüm bu kaoslara neden olan düzeni elbet bir çırpıda değiştiremez insan.

Ama hayata bakışını değiştirebilmiş ve hırslarından arınmış ebeveynler yada nihayeti mutluluk ise; çok fazla yaşamın içinde olup bitenlere kafayı yormayan, küçük dünyalarında sahip oldukları ile hoşnut yaşayan ebeveynlerin çocukları mı acaba daha az stresli hayata hazırlanıyorlar! Hangisi doğru!

Para kazanmak, kariyer sahibi olmak, güzel eşler çocuklar....bu sıra uzayabilir...tüm bunlara sahip olmak gerçekten ne kadar mutluluktur... bilmek, ayırdında olmak ve tüm bu soruları doğru analiz edebilmiş ve ona göre çocuklarını hayata hazırlamak gerek sanırım...

Elbet bu olgun ve doğru düşünce yapısına varıncaya kadar da yine ortalama ömrün yarısından çoğunu geçirmiş olan bireyin de ne kendine ne de kendinden sonrakine hayrı olabilir ki! ancak kendi yaşadığı mutsuz yıllarına hayıflanıp teselli ise geçde olsa ayırdına vardığı 'kendince' doğruları, doğru yolları sözde anlatabilir!..tıpkı ted'de yapılan pek çok konuşmacının örneklemeleri gibi!..çünkü en iyi analizi insan önce kendinden yola çıkarak verebilir...

Çevremde sürekli sınav maratonu yaşayan öğrenciler ve onlarla birlikte aynı endişeyi taşıyan ebeveynleri gördükçe, bende hem endişe duyuyor hem de kendi öğrencilik yıllarımla kıyaslıyorum!..Evet bizim zamanımızda ÖSS, ÖYS denilen,şimdilerde ise daha yelpazenin genşlediği ve sürekli değişen sınav sistemi ile gencecik insanların hayatın baharında ne hallere geldiğini...Ve yıllar geşse de eğitimde bir milim yol almadığımızı tam tersine daha da kötüye gittiğini görüyorum.

Sizin de söylediğiniz gibi hayatın her alanına yayılan bu sınavlar hiç bitmeyecek.Zaman zaman başarı zaman zaman da hüsran olarak bize dönüp duracak...ve hayatlarımız böylece akıp gidecek...
Üzerinde durulması gereken bu önemli konuya sayfanızda yer vererek bizlerle paylaştığınız için, TEŞEKKÜRLER...

Not: gitmedi zannedip de aynı yorumları 2 kez görünce diğerlerini bu yüzden sildim ...
esen kalın...

Biraz on 20 Temmuz 2010 06:03 dedi ki...

Degerli katkin icin cok tesekkurler

LLuvia on 20 Temmuz 2010 14:53 dedi ki...

Biraz, eline sağlık, güzel yazmışsın. Hayatı sınavdı, başarmaktı, kazanmaktı ve en birinci olmaktı diye öğreten ebebeyinler ve belki öğretmenler nedeniyle insanlar gerçek hayatı çok sonra görebiliyor. En azından benim çevremde böyle. Hep sınavlar hep bir yarış var zaten bu Dünya'da. Yaşamak ise mutlu olduğun şeyleri yapmak bence. Gerçek hayat mutluluğu yakalamak. Ve bunun için sınavlardan 100 almaya gerek yok.

Dediğin gibi, öğretmenler de isteyerek yaşamadıklarından hayatlarını yani bir anlamda mecburiyetten öğretmen olduklarından ve doğru düzgün haklarını ücretlerini almadıklarından mutsuzluklarını ve sorunlarını bence de öğrencilere yansıtıyorlar.

Güzel bir tespit olmuş.
Sevgiler.

Biraz on 21 Temmuz 2010 16:32 dedi ki...

Merhaba LLuvia,

Hatta oylesine bir sinav ki, bu hayatimizin ardindan da devam ediyor, herkes iyi yerlere girebilmeyi istiyor:)

LLuvia on 21 Temmuz 2010 17:35 dedi ki...

Bence gerçek hayat sınavların hiç bitmediğini ama hepsinin bir gün geçip gittiğini gördüğümüzde başlıyor. Sonra da geçen zamana üzülüyoruz.

Bazıları da hiç farkedemiyor bunu ve hep birinci olmaya çalışıyor.

Eline sağlık tekrar.

Bu arada Ebebeyin yazmışım bir önceki yorumumda :) Artık ne demeye çalışmışsam :P E be beyin :P

Biraz on 21 Temmuz 2010 22:22 dedi ki...

e be beyin:)))

özii on 23 Temmuz 2010 23:26 dedi ki...

Maalesef bu sistem , tam bir karmaşa ve bazen bu sistemin bir parçası olduğum için de çok üzülüyorum. Elimden gelen sadece daha çok öğrenciye ulaşabilmek , bilimi sevdirebilmek bir şeyler kazandırabilmek. Başarıyorsam ne mutlu bana...

Sadece ÖSS değil , ilköğretimlerde bile her 3-4 yılda bir değişen müfredat ve sınav sistemi , hem bizi hem de öğrencileri olumsuz etkiliyor . Okuldan çık dershaneye , dershaneden çık özel derse. Ayrıca test kitapları , seviye sınavları , okul dersleri derken hep bir koşturmaca içindeler. Velilere getirdiği maddi ve manevi yükümlülüğü saymıyorum bile…

Hayatları her şekilde sınav , hep bir şeylere koşuyorlar…Yine bir sınavı kaldırıp uygulama değiştirdiler. Ve daha da çok koştururlar. Bilinmeze doğru...

Bu arada evet, mutsuz ve işini sevmeyen öğretmenler de mutlaka var , yok demiyorum. Pek çoğu acısını öğrencisinden çıkarıyor olabilir ama ne olursa olsun kendini bilen bir kişi asla sorunlarını öğrenciye yansıtmaz , yansıtmamalı da. O kapıdan içeriye girdiği anda farklı bir kişilik olmalı ve rolünü ona göre oynamalıdır. Hem de en iyi şekilde. Bu birazda vicdan meselesidir. Çünkü karşındakiler tamamen suçsuzdur , o andan itibaren onlara karşı sorumlusundur. Hiç bir şeyin acısını onlardan çıkarmak doğru değildir. Ama bazen nelere şahit oluyorum ya da neleri duyuyorum ve nasıl kahroluyorum anlatamam.

Notla korkutma devri de çok eskilerde kaldı . Pek taktıkları söylenemez. Çünkü biliyorlar ki her şekilde sınıf geçiyorlar. Oysaki sınıf geçmenin değil de, bir şeyler öğrenebilmenin önemli olduğunu anlasalar , işte o zaman her şey daha farklı olur. Çalışan ve çalışmayanı ayırt etmek bakımından notu önemserim ama asla her şey değildir. Notlarının hepsi 1 olsa da o dersten geçen öğrencilerim çok olmuştur. Şöyle ki , derse ilgilidir , araştırmacıdır , meraklıdır , sorumluluk sahibidir , saygılıdır , sınıfta aktiftir ama sınavda başaramıyor diye onu cezalandırmam söz konusu bile olamaz. Gayretini görmem yeterlidir.

Bu konuda haksızlığa tahammül edemem ve yıl boyunca gerçekten hiçbir şey yapmamış , ilgilenmemiş bir öğrenciye de geçerli not veremem . Ama sistem der ki "GEÇSİN " . Ee böyle olunca da bir sonraki yıl , o çocuk çalışır mı ? Çalışmaz. Bir de gelir saygısızlık yapar "BIRAKTIN DA NE OLDU ?" O zaman ne yapalım ? Sonra da başarısızlık sebebi öğretmenlere atılır. Çok uzar bu konu daha çok :)))

Daldan dala atlayarak çok uzattığım için özür dilerimm :)))

Biraz on 24 Temmuz 2010 00:30 dedi ki...

Merhaba Ozii, cok iyi ettin de uzun ca yazdin, ozur dileme lutfen.
Aksine ben cok tesekkur ederim zamanini verdigin icin.

Yazinda ogrencilerin dersten derse sinavdan sinava, ozel dersten, dershaneye kostugunu anlatmissinya, bir zaman sonra boylesine kupkuru ve ici bombos kosturmalardan dolayi dusunmeyen, ozel yeteneklerinin farkinda olmayan renksiz insanlar yetisiyor ne yazik ki. Dogru durust bir zevki olmayan, dunya gorusu kit, ve hatta derslerden dolayi bunalmis ve bunun icin de kitap okumayi sevmeyen insanlar gittikce cogaliyor. Bu da anlayissizligi ve bencilligi beraberinde getiriyor. Genclik umit verici filan diyorlar fakat ben anlayamiyorum nasil o umidi gorduklerini...

özii on 24 Temmuz 2010 01:06 dedi ki...

Kesinlikle haklısın. Üzülerek ve içinde olarak söylüyorum ama gençlerin ümit verecek bir yanı maalesef yok. İnan ki 3-5 kişi kendini kurtarabiliyorsa kurtarıyor gerisi bomboş ve içler acısı...

Her ne kadar eğitimde kolaylıklar varsa bir o kadar da uzaklar herşeye. Eskiden herşey daha güzeldi diyesim geliyor...

 

Blog Listem

Hayattan ve Masallardan Biraz Copyright © 2009 WoodMag is Designed by Ipietoon for Free Blogger Template