Haiti’de olanların bizim medyada pek de yeteri kadar yer almadığını düşünüyordum. Ama sadece internetten takip ettiğim için yanılabileceğimi de hesaba katıyordum. Burada Tv’ler, radyolar, gazeteler kısacası medyanın tüm araçları epey bahsediyor olanlardan ve onlardan. Hafta içinde Türkiye’de yaşayan bir arkadaşımın mesajında da benzer yakınmayı görünce yani medyamızın pek de fazla umursamadığını görünce, gözlemlerimin uzaktan da olsa çok yanlış olmadığını farkettim. Zaten arkadaşımın mesajına gelen yorumlarda da Haiti’ye ne kadar uzak olduğumuzdan ve savaşlara para harcayanların buralara yardım etmesinin gerektiğinden bahsediliyordu. Bizim yardımlarımıza sıra vardı daha...uzaktık ve belki de fakirdik de.
Yıllar öncesinde gördüğüm bir karikatür aklıma geldi.
Ama bu karikatür 1999daki “bizim” depremimizden çok önce çizilmişti. Hassasiyetlerimizi göstermek bakımından güzel bir karikatürdü bence.
Çocuk babasının yanına koşarak gelir “DEPREM OLMUŞ” diye heyecanla seslenir babasına. Babası da okuduğu gazeteden kafasını kaldırıp, kocaman açarak gözlerini ve sorar. “Nerede olmuş?”... “Yeni Zelanda’da olmuş baba”. Adam kafasını tekrar gazeteye çevirir ve kısık gözlerle “haaa uzaktaymış...neyse”
Böyle düşünürsek o zaman biz de birilerine göre hep uzağız. “Ateş düştüğü yeri yakar” der ve kurtuluruz bu can sıkıcı sorumluluktan.
Bundan 10 yıl önce genç bir adam dağcılık malzemeleri satan bir mağazaya girer. Çadırların olduğu bölüme girer. Çadır alacaktır. Ama hayatında daha önce hiç çadır almamıştır. Yanına yaklaşan satıcı nasıl bir şey düşünüyorsunuz? Kaç kişilik? diye sorar. Genç adam anlatır. Soğuktan korumalı, ama aynı zamanda içerisi yaz zamanında çok sıcak da olmamalı. İki kişilik olacak ama tam iki kişilik olmasın. Biraz yer de olsun sıkış tıkış olmasın. Bu kadar açıklamayı duyan satıcı merak eder sorar ve laflafı açar. Çadırın sebebi okyanusun ardındaki bir ülkede deprem olmuştur. Oraya gönderecektir. Ailesine gönderecektir. Zaten herkes bu depremi konuşmaktadır. Satıcı da zaten duymuştur tüm olan biteni.
Satıcı “sizin istedikleriniz dört mevsim olanlardan, şuradakilere bakın siz” der. Genç adam bakar...bakar ve seçer birini. Birazdan satıcı yine yanında belirir. “Seçtiniz demek. O en iyisidir. İyi seçim yapmışssınız “ der.
“Anne ve babanızın en çok sevdikleri renk hangisi ?” diye sorar.
Hiç düşünmemiştir bu sorunun cevabını daha önce. Ya da şimdi pat diye sorulunca mı şaşırmıştır biraz?
“Kırmızı ve mavi” der. Satıcı iki battaniye getirir. Kamp battaniyeleridir bunlar , en sıcacık tutanlarından ve en yumuşacık olanlarından.
“Bunlar anne ve babanıza benden hediyedir “der. Sonra da ortadan kaybolur gider.
Genç adam şaşırır ama çok şaşırır.
Sonra kasaya gider çadırın parasını ödemek için.
Fakat çıkan hesap olması gerekenden çok düşüktür. Hatta komik denecek bir fiyattır. Hata yapıldığını söyler. Kasiyer hata olmadığını mağaza müdürünün böyle olmasını istediğini anlatır. Gözleri mağaza müdürünü arar. Ama ortalıkta yoktur. Ödemeyi yapar ve mağaza müdürünü görmek istediğini söyler. Odasını gösterirler, içeri girer. Karşısında biraz önce onunla ilgilenen satıcı vardır. İsmi “Jim” olan bu kocaman kalpli adam. Ortalıkta görünmemek için tüm alçak gönüllülüğü ile kaybolmuştur. Genç adam teşekkür eder. Böyle bir şeyi yapmasına gerek olmadğını söyler. Jim yüzünde kocaman bir gülümseme ile lafı da fazla uzatmadan, bunu yapmaktan memnuniyet duyduğunu söyler. İstediği tek bir şey vardır. “Bir resim göderirlerse bana, sevinirim” der.
Elbette tahmin ettiğiniz gibi bu benim başımdan geçmiş bir hikayedir.
Okyanusun ardına eğitim için gelmiş bir adamın tam da o sırada ülkesinin en büyük depremiyle yüzleştiği sıralarda yaşadığı bir olaydır.
Bu gibi durumlarda “bir yerlere uzak olmak” çok da önemli olmamalı.
İnsanlık galiba her zaman uzaklıkları da yenecek güçtedir.
Bu arada o çadırın hikayesi bitmedi. Durun geri kalanını da anlatayım.
Çadır Türkiye’ye ulaştı elbette.
Bizimkiler kullandılar da çadırı.
Sonra bir gün çadırda annemin de, babamın da olmadığı bir gün (yiyecek bir şeyler almak için uzaklaştıkları bir gün) çadırın ön tarafı boydan boya bıçakla kesilip, içindeki eşyalar da çalındı. Çalınan eşyaların hiç önemi yok. Galiba önemi olan şeyler çok başkaydı.
1999 depremi gibi büyük bir depremi geçirmiş olmamıza rağmen benzer durum başkalarının başına geldiğinde “orası çok uzak ki” dememeliyiz belki de. Medyamız da dedikodu haberlerine harcadıkları gücü, bir de biraz daha anlamlı işlere ve haberlere ayırsa fena mı olur ki?
Bizim için “çok uzakta orası” denmesini nasıl istemezsek ve “ateş düştüğü yeri yakar” kaçış lafları ile başımızı çevirmelerini istemezsek, biz de yapmamalıyız belki de.
12 Yorum:
Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın zihniyeti malesef:(
oof sorma bende sabah gördüm internette...zaten bi internette gördüm... memlekette daha mühim magazin olayları varken ne gerek var böyle haberlere sende Allah aşkına... :( yazık.
Hikayenizi okurken tüylerim diken diken oldu.
Ne güzel söylemişsiniz okyanus ötesi bize uzak demek ne gafil bir düşünce. Ve evet çok haklısınız günlerdir yerle bir olmuş yüzbinlerce insanın öldüğü bir o kadarının yaralı ama çaresizce ölüme terk edildiği Haiti depremi çok az yer alıyor basında ve medyada. Duyarlı vatandaşlar bundan çok tedirgin ve üzgün ama dediğiniz gibi bizim 'çok önemli magazin' programlarımız var tv lerde. Buna zaman ayıramıyoruz:(((((
Bizler de sadece çaresiz sessiz dualarımızı yolluyoruz dünyanın öbür ucuna. Allah sabırlar versin.
Sevgiler
bu çadır ve battaniye olayını daha önce yazmıştın di mi?
aynı gökyüzünün altında yaşıyorken, aynı göğe bakıyorken nasıl uzak diyebiliriz ki birbirimize...ama işte bizim sorunumuz kafamızı kaldırıp da yukarıya bakmamak sadece kendi penceremizden önümüze bakmak belki de...
>SuSu
Ne yazik ki galiba oyle:(
>ilk
magazin hayatlar, magazin haberler
>Cinar
cok zor bir durum bir de bu ulke gecen sene (2008) iki ya da uc ayri kasirgaya maruz kalmis.
>Abi
Haklisin abi yazmistim evet ama bu konuya epey paralel olunca o animi bir daha aktarmak istedim...biraz tekrar oldu :(
>beenmaya
bugun haberlerde gordum 4 ucak dolusu yardim gonderiyormusuz, akut timi ve askeri personel.
istanbul icin de benzer olasiliklar yok mu? Olmaz mi?e bi baksak, gorsek? Yok bakmiyoruz,bakamiyoruz.
>FUNdy
bize bir sey olmaz diye dusunuyoruz. ama halbuki 1999da oldugunda gercekten oldu...ve en acisi hic ders cikaramadik.
Belki de cikardik ben bilmiyorumdur?
Yorum Gönder