İlk, orta, lise eğitimimizde...ya da daha eğitime başlar başlamaz demeliydim, tuhaf bir cenderenin içine soktular bizleri. Saygının, hoca sınıfa girdiğinde adeta şimşek gibi yerinden fırlayarak ayağa kalkmak olduğunu, hocamızı gördüğümüzde ceketimizin en üst düğmesini iliklerken kafamızı da hafifçe ileri ittirerek selam vermek ve gevrek bir “nasılsınız hocam?” demek olduğunu öğrendik.
Hocamız yüzünü tahtaya döndüğünde çeşitli şabalaklıklar yaparak gerçek te ne kadar da saygılı olabildiğimizi ise özenle gösterdik.
Hocalarımız da bize çok saygılıydılar ve sınıfın ortasında öğrencilerini rencide etmekten çekinmediler . Elbette pırlanta gibi hocalarımız da oldu yıllar geçse de hiç unutmadık onları ama çoğunluk ne yazık ki koca bir sıfır alarak kalmıştı anılarımızda.
Sınıf yoklamasında numaralarımız okundu, isimlerimiz değil. Bir örnek giyindik ve böylece eğer serbest giyim gelse, fakir arkadaşlarımızın zengin ve de güzel giyinebilecek diğer öğrencilerin yanında ezileceklerini bu yüzden de büyüklerimizin bir örnek giyim tarzını getirerek aslında eşitliği de getirmiş oldukları düşüncesini benimsedik.
Oysa aynı giyinmemize rağmen fakir öğrenciler zavallı bir kumaştan yapılmış ceketleri dökülen ayakkabıları ile zaten fena halde ayrılıyorlardı ki...Zengin ve fakir, bırakın giysiyi saç traşından bile belli oluyordu ki. Ama yok olsun bir örnek olmalıydık.
Bu da birey olmayı tıpkı okul numaralarımızın ardında yitirdiğimiz gibi bir örnektir işte. Zengin ve müthiş ilginç olan tarihimizi son derece can sıkıcı bir şekilde yazılmış kitaplardan öğrendik...ya da öğrenmiş gibi yaptık. Oysa büyüklerimiz bu kadar zengin tarihimiz içinden, aklımızdan yıllarca çıkmayacak orijinal bir takım tarihi olayları da içine katarak anlatsalardı; kuru kuru yılları, yerleri ve çalışılması gereken sayfaları bilerek sırf dersi geçmek için can sıkıcı bir şekilde çalışmayacak...bugün ermeni soykırımı diye karşımıza çıkan ülkeler ile bilinçli bireyler olarak haklı mücadelemizi çok daha kuvvetli yapacaktık.
Birey olarak yetiştirilseydik, yap denilince yapan insan yerine düşünen, sorgulayan, yeni çözümler bulabilen insanlar olabilecektik.
Mesela kendimden örnek vereyim. İyi okullarda okumama rağmen yap denilince yapan insan eğitimi almış şekilde yetiştiğimi ve uzun zaman sonra bunu üstümden atabildiğimi ve hatta zaman zaman kalıntılarını taşıdığımı itiraf etmem gerekir.Bir bilim insanı için ise en tehlikeli şey yap denilince yapan insan olmaktır. Birey olarak yetiştirilmediğimiz için karşımızdaki bizden farklı bir şey söylediğinde onu anlamaya çalışmak yerine, hemen anlattıklarını kişisel algılayıp agresif bir savunmaya geçer olduk. Bunun da hiç farkına varmadık. Yaşımız 50 oldu, 60 oldu, 70 ve hatta 80 oldu ama anlamadık işte.
Büyüklerimize saygıdan dolayı söyledikleri herşeyi çoğu zaman kabul eder olduk.
Pek tartışmadık.
Oysa onlar en iyi bildikleri şeyleri söylüyorlardı ve ille de doğru olması gerekmiyordu.
Birey olsaydık eğer kendimizi başkasının yerine koyabilmeyi de öğrenebilir, gereksiz asabilikler göstermezdik.
Bana kalırsa eğitim sistemimiz birbirinin aynı olan ve renkliliğe izin vermeyen insanlar yetiştirdi. Bu da yıllar içinde toplumda ayrılıklara ve kırgınlıklara yol açtı.
Bazılarımız ise ancak yıllar sonra kendi çabasıyla birazcık olsa da renkli olabilmeye çalışan insanlar oldular. Onlar da çoğu zaman toplum tarafından güzelce törpülendiler...hatta bu törpülenme metodlarına isimler bile taktık “mahalle baskısı” dedik.
Keşke mahalle baskısı tersi yönde olsaydı... Sığ insanların baskısı yerine, derin insanların iyiliği ve berrak bir aklın yolunu teşvik edici bir baskısı olsaydı...harika olurdu. Ve eğer birey olarak herkesin ne kadar değerli olduğunu görebilseydik birlikte yükselir, farklılıklarımızın aslında ne de büyük bir avantaj olabileceğini görür, kendimize yarayan parçalarını alır, hayatımıza monte etmeye bile çalışırdık. Ama birey olamadık.
Onun yerine ne olduk acaba?
(bu yazım Milliyet Blog sitesindeki kendi alanımda 17.12.2007 tarihinde yayımlanmıştır ilgili link:http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=81359)
resim:google images
2 Yorum:
ben de okulda bir örnek giyinmenin, zengin ve fakri ayrımını ortadan kaldırmak olduğuna inandım yıllardır.. bunun aslında böyle olmadığını şimdi senin bu yazınla birdenbire anlayıverdim.. ve birden nasıl da saçma bir hal aldı içimde bu konu..
evet tarih derslerimizi biraz daha sıkıcı olmaktan kurtarıp sunsalardı, aynen dediğin gibi bugün hepimizin beyninde çok daha fazla bilgi olurdu ve inandığımız(?!) şeyleri savunabilirdik.. oysa ki şimdi sadece tarihe ilgisi olan akadaşlarımızın yıllar süren okumalrından ve fikirlerinden faydalanmaya çalışıyoruz..
evet birey olamıyoruz.. ve aynen dediğimizi gibi bazılarımız sadece çok azımız bir gün içini renklendirmeye karar veriyor.. adı mahalle baskısı ya da başka bişi olsun farketmez, herşeyi siyah beyaz ve gri olarak görmeyi öğrenerek büyümüş bir toplum birisini KIRMIZI gördüğünde hemen törpülemeye çalışıyor, beceremezse çamur atıp kırmızısını görünmez hale getirmeye :)
ama eğer zaten için gereçkten renklendiyse Alper, bunların hiç bir seni yeniden siyaha beyaza giriye dönüştüremez.. eğer için gerçekten renklendiyse, renklerin seni her daim koşturur.. yerde süründürtmez..
ben çok yıllar sonra.. çok yıllar sonra geç kalmış da olarak birey olduğumun farkına varıp içimi renklendirdim..
şimdi küçüklüğünden renkli bir kız çocuğunun gelişimini sağlıyorum :)
(not: dün akşam da bu sabah da yahoo mailler açılmıyor buralarda bilgine :)
hatta o kadar birey olamiyorduk ki surekli baskalari ne der demekten kendi hayatimizi bile yasayamaz olmustuk. Kisisel kararlarimiz bile birey olmamamiz altinda ezilip tuhaf sekiller almistir.
"gec kalmissin" diye dusunme...bana kalirsa hayat aslinda bir yolculuk gibi o yolculuk sirasinda hic yapamamak da var...ama yolculugun herhangi bir zamaninda yapmak da var...gec kalmislik degil bence bu. Dusunsene hic birey oldugunu farkedemeyen ne kadar cok insan var...farkedebilmek onemli.
Yorum Gönder