Şu pek bir soğuk kış gününde ve pek de tatsız olan memleket meselelerini dinlerken, okurken...aslında haberleri okumaktan bıkmış, tüm bu tatsızlıktan da sıkılmış halde geçmişe yine çocukluk zamanlarına kısa bir yolculuk...yapmayı istedim. Akşam bir muhabbet başladı çocukluk zamanlarına dair. Belki sizler de katkıda bulunursunuz yorumlarınızla...ya da gülüp geçersiniz, bilmem ki?
Şimdi bu satırlar o muhabbetlerden...
Minibüsler... eskiden hani muavinlerin de olduğu zamanlardan. O minibüsler işte. Daha çok İstanbul’da olanlarını kastediyorum.
Tam yeni hareket etmiş olan minibüse muavinin koşa koşa yetişmesi, “Klank” diye kapıyı kapatması.
Sonra paraları toplamaya başlaması.
Yolcuların kafaları bir o yana bir bu yana çukurlara girdikçe sallanması.
Muavin abinin paraları bozması, tomarla parayı hemencecik kontrol etmesi...pek bir ilgimi çekmiştir ve gözlerimi kocaman açarak bir de heyecanla izlemişimdir.
Hatta özenip büyüyünce muavin olmayı hayal etmişimdir. Zaten ben farklı meslekleri istemişimdir hep. Hani doktor, mühendis, avukat üçlemesinden pek bir farklıdır benim üçlemem...kasap, balıkçı...muavinlik filan.
Neyse yine minibüs zamanlarına dönersek. Muavin abinin herkes ayaktayken o kadar sıkışmasına rağmen hala para alıp verebilmesi ve hatta kapı hafif açık halde seyahat etmesi...pek bir orijinal gelmiştir bana. Şoförün ise evinin bir odasını döşer gibi döşediği mekanı ise çok ilgimi çekmez. Ama müzik kasetlerini köşesinden konsola önce vurup sonra çalması. Ya da ince bir bilek hareketi ile beyaz simli vitesi “Kıtırk” diye ikiye, üçe takması daha ilgi çekiciydi benim için.
Hatta hemen yanında oturan muhabbet arkadaşı sanki hep orada yaşıyordu. Acaba o adamın işi yok muydu? İşi orada oturmak mıydı yoksa?
Küçük bir çocuğun gözünden yıllar sonra tekrar bakmaya çalışmak bu kadar oluyor. Şimdilerde ise her ne kadar minibüsler yine çalışıyor olsa da...Eskisi gibi değil.
Bu durum tıpkı heyecanla gidip mezun olduğunuz liseyi, ilkokulu ziyaret etmenize benziyor. Sanıyorsunuz ki yine o zamanlardaki gibi hissedeceksiniz halbuki oraları hatırlarınızdaki gibi yapan, o zamanki insanlar...arkadaşlar, öğretmenler, hademeler, kantinci çocuklar hatta şu karşıdaki lokantanın sahibi ama o lokantanın yerinede bina dikilmiş mesela...
Her şey şimdi ve o zamanlar diye keskin bir çizgi ile ayrılmış belki de.
7 Yorum:
Ha ha...Süper bir konu olmus..Süper noktalari animsamissin...Hele soförün hep sohbet ettiği adam meselesi...:)
işte minibuslerden bende kalanlar:
1. vites topuzlarındaki ışık ve çeşitli mercek oyunları ile dev hale gelmiş ve genelde hamamböcegi ya da gül olan motifler...Neden allahim neden hamamböceği olur oradaki hayvanciklar? Neden daha şirin bişi diil, illa bişi olacaksa yani...
2. Şoför ile yan koltuk arasindaki anormal büyüklükteki alan...hep altında ne saklanıyor diye merak etmiştim...Bi de cocukken orada oturmayı çok severdim..Bütün yolcuları tepeden görme durumu olurdu, biraz kraliçe koltuğu algılamam vardı orayı ve sallantılardan daha az etkilenirdim...
3. O büyük gümbetin uzerindeki havlu...Şoför'un bozuk paralarını koyduğu havlu yani...Hemen hemen bütün hatlardaki minibüslerde hepsi aynı cins olurlardı...
4. Bi de ben şoförün o gözünü yoldan hiç ayırmadana para üstü saymasına ve o arada da vites degistirmesine hastaydım...Bir muammaydı benim icin...
Bi de şöyle bir şehir efsanesi vardir:
Minibus kaza yapmis...Yolcular inmisler ama sofor ortada yok...Allah allah nerede bu adam...Sonra bakıyorlar ki şoför 300m. geride yolun ortasında yatıyor...Anlaşılıyor ki şoför kapıyı açıp, tükürmek için eğildiğinde, düşmüş aşağıya...
Neyse çok uzun oldu...
Guzel katkilar oldu...o sofor ve koltuk arasi tumsegi unutmustum:)
cok tesekkurler katkilarin icin:)
üff küçükken beni araba tutardı yani bulanırdım. heleki tolu taşım araçları kabus gibiydi, mazot kokusu, bissürü insanın kokusu. nedense koltuklarından, plastik aksamlarından, o parıltılı aksesuarlarından tiksinirdim, daha bi midem bulanırdı.
ama en kötüsü de dedemle minibüs yolculuğu yapmaktı. kendisi allah rahmet eylesin oldukça huysuz biriydi (prensip sahibi mi deseydim acaba). Kendinden genç biri ondan parayı öne uzatmasını rica ettiği anda ben bildiğim duaları okumaya başlardım. neden mi?: sen ne terbiyesiz şeysin, paranı önceden hazırlayıp, ilk bindiğinden versene, utanmıyormusun baban yaşındaki adamdan istemeye......iş ciddi boyutlara ulaşırdı çoğu kez ve biz hep inmek zorunda kalırdık. belki haklıydı ama acaba o kadar gerginliğe ve tantanaya değermiydi? bana o süre hiç geçmez gibi gelirken, eminim diğer yolculara eğlencelik olurduk, onlar zamanın nasıl geçtiğini anlamazlardı.:)
son cümleni çok sevdim...
>guguk kusu
ne stresler yasamissindir ve belki de yurumeyi tercih etmeyi de dusunmussundur...ama yol da tercih edemeyecek kadar uzun mudur?:)
>Abi
galiba buyudukce cizgi daha netlesiyor.
:)
kesinlikle.
Yorum Gönder