O caddeden sabah saat 7buçuk 8 arası ya da akşam üstü 3buçuk 4 gibi bir vakitte geçerseniz sarı ışıkların yanıp söndüğünü göreceksinizdir. Ha bir de “yirmi ile gidin” uyarısı da hemen o sarı ışıkların yanındadır.
Bunun böyle olmasının sebebi ise tam da o ışıkların hemen ardında bir okulun bulunması.
Zaten okulun etrafını saran bütün yaya geçitlerinde de trafikten sorumlu bayanlar vardır. Okula giden küçüklerin güvenle yoldan geçmesini sağlarlar. Yaşlı birileri geçiyorsa onlara da yardım ederler ve iş gereği bile olsa yüzlerinde de hep bir gülümseme vardır.
Düşünüyorum da o küçükler güvenle karşıdan karşıya geçerken ve üzerlerine hız yaparak gelmekten korkan/çekinen sürücülerin olduğu bir çevrede yaşıyorken…dünyanın başka köşelerinde ki çoçukların da hep bu şekilde mi yaşadıklarını düşünüyorlardır acaba?
Sonra nerede bir kazı olsa yolda…mutlaka başında bir polis bekler. Kazı çalışması 10 gün sürse de bekler, 1 saat sürse de bekler o adam.
Halbuki bizde o çukurlara düşüp hayatlarını kaybeden insan hikayeleri vardır ve uyaran bir tabela bile yoktur çoğu zaman. 1950 yılının sonbaharında gece yürürken bir çukura düşüp hayatını kaybeden şairimiz Orhan Veli’den yıllarca sonra ikibinli yıllarda dahi insanlarımız çukurlara düşüp düşüp ölürler. Bunlar kaçınılmaz şeyler midir mesela?
Neden biz her şeyi bu kadar umursamazken, bu adamlar ise ince detayları bile unutmamaya çalışırlar? Her aksilikten bir ders çıkarıp “neden oldu?...ve ne yapmalı bir daha olmaması için?” şeklinde düşünürler hep.
Sola sapacak bir araba mutlaka solda kalmalıdır mecburidir ve ancak o şekilde sapar. Buna tüm sürücüler de uyar.
Hani en sağda giderken, son anda ve sinyal bile vermeden en sağdan en sola geçerek sapmaz. Ve bundan dolayı meydana gelen kazada inip arkasındaki pek bir haklı olan adamı dövmez (pardon öldürmez diyecektim).
Neden özen göstermeyiz once kendimize ve sonrasında çevremize?
Yaşanılan acılardan neden ders alıp daha iyisini düşünmek yerine…hep aynı şeyleri ve acıları defalarca yaşarız?
Birimizin bu acıları yaşamış olması zaten yeterli değil midir?
Neden hayatımız hep beklemek ile geçer ve kimse neden beklemeyi bırakıp hayatın iplerini elimize almamız gerektiğini söylemez ya da bunu gösteren davranışlarda bulunmaz?
Neden birbirimizi acımasızca eleştirirken yapıcı ve kırıcı olmayan eleştirileri seçmez onun yerine dilimiz ve kalemimiz ile olsa da neden hep bir ittirme kaktırma vardır…ve yine neden tatlılık pek bir geride kalmıştır?
İnsana önem vermiyoruz diye hayıflanırken, kendi özel hayatımızda ve çevremizde dahi küçük şeyler için bile olsa insana önem vermeyiz…ve bunu da pek bir görmezlikten geliriz?
Neden acaba...?
(bu yazım Milliyet Blog sitesindeki kendi alanımda 5.9.2008 tarihinde yayımlanmıştır ilgili link:http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=130238)
2 Yorum:
nedeni şu sanırım: fazlasıyla benciliz.. fazlasıyla..
bir de kiskancligi da eklemeliyiz sanki...
Yorum Gönder