18 Şub 2009

Kağıt, kalem, nutella, merdivenler...vs vs


("Taken for granted", Sia)

Sevgili beenmaya, mim şeysi yollamış çocukluk anıları üzerineymiş. Hayatımın en çok sevdiğim kısmının anılarını yazmak eğlenceli olacak. Fazla bekletmeden ilk fırsatta yazmalı. Bir sonraki paragrafta başlamalı öyleyse.

Üst tarafa koyduğum çizim rastgele konmadı. Zaten bu blogta hiç bir şey rastgele değildir. Dikkatli bakanlar sadece okuyanlar değil yani...detayları farkedecektir. Detaylar önemlidir hayatta.
Çizim neden rastgele değil. Çünkü bizzat benimle ilgilidir de ondan.
 
Misafirliklere gidilirken oyuncak götürmezdim. Kağıt ve kalem götürürdüm. Yanıma alacağım kağıtların fazlalığı ya da azlığı misafirliğe gidilen yer ve insanlarla direk ilgiliydi. Eğlenceli bir yer değilse...yani bir çocuk için eğlenceli yer değilse demek istiyorum, yanıma alacağım kağıtlar çok fazla olurdu. Zaten kağıt ve kalem yanyana geldi mi uçsuz bucaksız bir hayal denizine yolculuğum başlardı.

O zamanlar Nutella Almanya’dan gelirdi. Nutella...hmmmm çok lezzetliydi. Hala mutfağımda var ki.
Ama bir de Schokella(Şokella) vardı.
O da çok güzeldi.
Sonra büyüyünce Schokella’nın o çocukluktaki tadı,  hep çocuklukta kaldı. Çünkü bir şeyler olmuş o orijinal tadı gitmişti. Bir de büyüyünce “Schokella gibi olmak” deyimini ortaya atacaktım.
Schokella gibi olmak hani böyle pelte pelte dökülmek ya da erimek yamulmak...kifayetsiz olmak durumunun tanımıdır.
Yani Schokella olmak işte! (Mesela...aşık olduğunuzda şokella olmaz mısınız? öyle bir şey...)

O zamanlar...yani çocukken.
Ama biz çocukken!...
Çizgi filmler de bizim gibi masumdu.
Henüz pokemonlar çıkmamış, etrafa şiddet çok fazla yayılmamıştı.
Heidi vardı ve ben her defasında heyecanla izlerdim.

Çocukluk zamanımın unutulmayanları arasında...o arka sırada oturan ve hep dayak yiyen...kafasında çeşit çeşit cetveller (ama tahta olanları) kırılan sınıf arkadaşım aklıma gelir.
Bir de burun deliğinden nefes aldıkça şişip ve sönen sümük balonu...
bir de sıfır numara traş edilmiş kafası...
bir de beyaz yakasının uçları kıvrılmış ve savrulmuş hali.
ve bir de dayak yerken bile tuhaf sırıtışı. Dayak sonrası yine serseri serseri etrafa bakışı ve elbette yüzüne asılı kalan sırıtışı....ha bir de tembelliği. Kafamda ki tembel çocuk görüntüsünün temsili resmidir.


Hani dövülmeye mahkum çocuk görüntüsü sanki.

Bunca yıl aklımdan bu görüntünün çıkmaması da ayrı bir ilginçlik.
O arkadaşımı yıllar sonra yolda gördüğümde bu görüntülerin hepsi nasıl da kafamın içinden anında koşarak geçmişti anlatamam. Gayri ihtiyari adamın direk burnuna bakmıştım. Ama o hiç bilmedi neden baktığımı.

Çocukluğuma dair unutamadığım başka bir şey ise her yere koşarak gitmemdi. Her yere ama!.
Merdivenleri hızlı hızlı çıkardım. Çoğu zaman tırsıklıktan dolayı merdivenleri hızla çıkardım...”amanın otomat sönmeden ben yukarıya çıkayım karanlıkta kalmayayım” diyerek 30 saniye ancak yanan ve TRONK!! diye sönen otomat, sönmeden 5 kat çıkardım.
Bilmeden dünya rekorları kırıyordum...çocuk halimle.

Milliyet çocuk okumayı seviyordum.
Annem ve babam diğer anne babalar gibi hiç bir zaman çizgi roman okumamı yasaklamadılar, engellemediler. Ben hep heyecanla ve zevkle okudum...saklamadan, gizlemeden...sonrasında benzer şeyleri çizeceğimi bilmeden okudum.

Daha çok ama çok yazarım...okuyanları da fazla yormadan durmayı bilmeli.

Beenmaya’ya en zevkli ve en kolay yazdığım mimi yolladığı için bir kez daha teşekkür ederim.

Bu mimi birilerine yollayayım...hmmm...mesela Serdar'a...Öykü'ye....Nily'e bir de Ivır zıvır'a.
(mim konusu: çocukluk anıları)


22 Yorum:

Evren on 18 Şubat 2009 07:17 dedi ki...

Sabah sabah, kentin karmaşası, işin kargaşası başlamadan okudum; Schokella oldum. :)))Teşekkürler...

Biraz on 18 Şubat 2009 07:19 dedi ki...

Ben de uyumadan once cevap yaziim hemen...sevindim schokella olmana...iyidir schokella olmak aslinda.:)

öykü on 18 Şubat 2009 07:42 dedi ki...

Günaydın burada bı uykusuz var saat 6 da nedens eayakta olan:)
yazın gulumsettı benı ne tatlı ne masum bı cocukluk ozellıkle de o nefes alınca burnunda sumuk balonu olan cocuk:)
hala oyle mıdır acaba:))
mım ıcın tsk ederım ılk fırsatta yazacagım
sevgıler.

beenmaya on 18 Şubat 2009 09:24 dedi ki...

dün Vladimir yazısında "kopya çekmeye mecbur öğrenci" şeklinde bir tanım kullanmıştı şimdi de sen "Hani dövülmeye mahkum çocuk görüntüsü sanki" demişsin çok hoşuma gitti bu :))

sabah sabah keyif kattı yazın. nutella yemiş gibi tebessümle başladım güne sağolasın :)))

Seyyah on 18 Şubat 2009 10:30 dedi ki...

çocukluk anılarını okumak çok keyifli..yüzümde kocaman bir tebessümle okudum. hiç büyüyemeyen şanslılardanız sanırım:))

sıraya alıyorum mimi, en kısa zamanda yazacağım.

aysema on 18 Şubat 2009 13:04 dedi ki...

Bence bu yazı bu kadarla kalmamalı...

Aydan Atlayan Kedi on 18 Şubat 2009 13:46 dedi ki...

Ben o çocuğa çok üzüldüm ya. Benim okulumda da vardı öyle çocuklar. Kafa tutan görüntülerinin altında çok yalnız çocuklar saklarlardı.

Biraz on 18 Şubat 2009 14:31 dedi ki...

>öykü
Ben de erken kalkanlardanim...
O cocugu yolda gormustum ya...artik oyle degildi...kendi isi olan duzgun bir adam olmustu.
Ama ben hep onu kucuklugundeku gibi hatirlicam:)

Biraz on 18 Şubat 2009 14:32 dedi ki...

>beenmaya
Bu yazi senin sayende olustu...dolayisi ile o cumle de:)
Ben de nutella yer gibi yazdim zevkle.
:)

Biraz on 18 Şubat 2009 14:32 dedi ki...

>Nily
Hem zevkli oluyor hem de komik...hem de dogal olarak nostaljik...bi de masum.:)

Biraz on 18 Şubat 2009 14:33 dedi ki...

>aysema
Bilmem ki, okuyanlari da bogmak istemedim uzun bir yaziyla...belki sonra bir ara yine yazarim..:)

Biraz on 18 Şubat 2009 14:34 dedi ki...

>Aydan Atlayan Kedi
Onun gibi cocuklar hala var...hatta sayilari eskisinden de fazla galiba.

özii on 18 Şubat 2009 16:49 dedi ki...

Ya okurken sıkılmak ne demek , bu mümkün mü ? Bence yazarken sıkılmadığın sürece yaz ve bizde severek zevkle okuyalım olur mu sevgili Biraz ?

Hoş bir gülümseme kaldı o da yarım kaldı . Olmadı kii ...

Mehtap Pasin Gualano on 18 Şubat 2009 17:10 dedi ki...

Cok kisa olmus.. Gulumseyerek okudum.. Siz beyaz yakali cocuklarin zamanindan misiniz?

Biraz on 18 Şubat 2009 17:38 dedi ki...

>özii
Yazdiklarimin baydirmamasina sevindim...cunku sonucta pek bir bireysel ve kendi cocukluguma ait ya...ne bileyim?

>Mehtap P.G
Beyaz yakali ve de mavi onluklu zamanlardan:)

ıvır zıvır on 18 Şubat 2009 23:08 dedi ki...

çok zevkli bir mim .... :) teşekkürler paylaşım için...

Brajeshwari on 19 Şubat 2009 01:00 dedi ki...

Bunun bir ikinci sersi olmalı.Bende cok severek okudum.

Biraz on 19 Şubat 2009 01:26 dedi ki...

>ivir zivir
ben de severek yazdim...cok eglenceliydi...

>Brajeshwari
Cok sevindim....yine yazmali o zaman.

Adsız dedi ki...

Bu mim işi nedir onu bilemedim... İyi bir şey olsa gerek:)

Ama yazını okuyunca 'tırsmakla' ilgili şu geldi aklıma; Çay bahçeleri meşhurdu benim çocukluğumun yaz gecelerinde... Video oynatıcılar evlere sadece bazı "alamancı" ailelerin vasıtası ile girebildiğinden, bu çay bahçeleri sinema filmlerini izleyebildiğimiz yegane mekanlardı...

Hababam sınıfı serileri bıkmadan usanmadan plajlardaki cankurtaran sandalyelerine benzer, yüksek çelik dolapların içindeki siyah beyaz televizyonların önünde heyecanla dizilmesine neden olurdu tahta sandalyelerde, mahalle çocuklarının...

Bu dizilmelerden birinde 13. Cuma serisinin ilk bölümünü havanın iyice karardığını farkedemeyecek kadar pür dikkat izlemiş,sonra gecenin karanlığında çay bahçesi ile evimiz arasındaki 500 metrelik sokak lambasız yolu 3. ya da 4. teşebbüste 'topuklayarak' alıp, kalp çarpıntıları içinde atabilmiştim kendimi evimize...

Katilin yatağın altından soktuğu bıçağını genç kurbanının boğazından çıkarması sahnesini uzaklaştırmak için zihnimden çok zorlandığımı hatırlıyorum bu topuklama esnasında:)

Bilmiyorum mimin gereğini yerine getirebildim mi;)

Biraz on 19 Şubat 2009 02:10 dedi ki...

Sevgili Serdar,
bu mim seysini ben de cok iyi bilmiyordum ogrendim biraz artik...insanlar mim seysi yapinca yani mimleyince o konu artik neyse onunla ilgli blogunda yaziyorsun...
Ama sen burada yazdin bence cok daha orijinal oldu...hatta aninda goruntu gibi oldu...yukarida mimleyen...yorumlarda da mimlenen...guzel oldu bence:)
O dedigin cay bahcelerinde seyretme olayinda bir de turk filmleri modasi vardi...boyle arabesk filmler filan da gosterilirdi...hem de renkli!:)
gazoz ve cay icin baskisi altinda seyrederdik:) yaz zamani ayaklarimizin yere ulasmadigi iskemlelere oturarak.
:)

Adsız dedi ki...

Anladııımmm;) O halde eski yazılara başvurucaz sevgili Biraz... Nek mi Koyun mu mesela;

http://www.serdarozdemir.com/inek-mi-koyun-mu/

Sen okumuşsundur gerçi muhtemelen ama... Mimin gereği artık ne yapalım:)

Biraz on 19 Şubat 2009 02:36 dedi ki...

Tabii yahu okumaz olur muyum...harika bir blogundur bu...cok begenmistim...herkese okumasini tavsiye ediyorum!

 

Blog Listem

Hayattan ve Masallardan Biraz Copyright © 2009 WoodMag is Designed by Ipietoon for Free Blogger Template